Müslüman..!
Bulunduğu kabın şeklini almaz, bulunduğu kaba şekil verir…
Kitabına uydurmaz, kitabına uyar…
Ortamın rengini almaz, ortama rengini verir…
“Ne derler” diye bir derdi olmaz , “İslâm ne der” diye bir derdi olur…
Adnan Bayraktar
Müslüman..!
Bulunduğu kabın şeklini almaz, bulunduğu kaba şekil verir…
Kitabına uydurmaz, kitabına uyar…
Ortamın rengini almaz, ortama rengini verir…
“Ne derler” diye bir derdi olmaz , “İslâm ne der” diye bir derdi olur…
Adnan Bayraktar
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ ف۪ي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلاً۟
Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin, sizden olan ülü’l-emre de. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız- onu, Allah’a ve peygambere götürün. Bu, elde edilecek sonuç bakımından hem hayırlıdır hem de en güzelidir.(Nisa, 59)
Bu.ayet-i Kerimenin tefsirlerine bir bakalım.
Beyzavi’ye (685/1286) göre ulu’l‐emr Hz. Peygamber döneminde ve ondan sonra müslümanları yöneten emirlerdir; halife, kadı ve komutanlar da bu kapsamdadır; bir önceki ayette adaletle hükmetmek emrolunduktan sonra bu ayette yöneticilere itaat emredilmiş ve böylece adaletle yönetmeleri şartıyla onlara itaat etmenin vacip olduğu belirtilmiştir. Nesefi de bu görüşü tercih etmiştir. (Nesefi, Tefsir, I, 367, 368.) Hemen bütün müfessirler bu bağlamda “İtaat marufadır” (Buhari, Megazi 59; Müslim, İmaret 31. ) ve “Allah’a isyanda kula itaat yoktur”( Ahmed b. Hanbel (241/855), Müsned, nşr. Şuayb el‐Arnaut ve diğerleri (Beyrut: Müessesetü’r‐Risale, 1421/2001), VI, 432. ) hadislerini zikretmiş ve Allah’a isyan etmeyi emreden hiç bir yöneticinin emrine itaat edilmeyeceğini ifade etmişlerdir. (Kesir, Tefsir, II, 345.)
Zeccac (311/923) bu farklı kavilleri şöyle uzlaştırmıştır: “Ulu’l‐emr ashab‐ı kiram ve onların yolundan giden âlimlerdir; yöneticiler de ilim ve din ehli olup âlimlerin sözlerine uyarlarsa onlara itaat etmek farz olur; dolayısıyla ulu’l‐emr müslümanların dinleriyle ilgili işlerinde ve dinî durumlarını iyiliğe götüren her konuda söz sahibi olan insanlardır”.
(Ebu İshak İbrahim b. es‐Seriyy ez‐Zeccac, Meani’l‐Kur’an ve i’rabuh, nşr. Abdülhâlim Abduh Şelebi (Beyrut: Âlemü’l‐Kütüb, 1408/1988), II, 67.)
İmam Matüridi ulu’l‐emr kavramının hem yöneticileri hem de âlimleri kapsayabileceğini, halkın yöneticilerin kararlarına ve âlimlerin fetvalarına uyması gerektiğini ifade etmiştir.
(Matüridi, Te’vilatü’l‐Kur’an, III, 227‐228.)
Biz emirimize itaat ettik demekle mesuliyetden kurtulmak mümkün mü?
Ahirette cehenneme gönderilecek olan zalim, hain ve kafir halk idarecilerini, emirlerde de onları suçlayıp birbirlerini lanetleyeceklerdir. (bk. A’raf, 39; Şuara, 99)
وَقَالُوا رَبَّنَٓا اِنَّٓا اَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَٓاءَنَا فَاَضَلُّونَا السَّب۪يلَا
Ve demiş olacaklardır ki: “Yarabbi! Muhakkak biz reislerimize, idarecilerimize ve büyüklerimize itaat ettik. Artık onlar da bizi doğru yoldan sapıttılar.”(Ahzab, 67)
Yukarıda özet olarak anlatıldığı durum üzere itaat ettim kurtuldum mantığı ehli sünnet şiarına birebir terstir. Kıyamet günü bizi doğru yoldan saptırdılardan önce; bu dünyada aklımızı başıma devşirerek tefekkür edelim..
Adnan Bayraktar
فَاِذَا رَكِبُوا فِي الْفُلْكِ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ اِذَا هُمْ يُشْرِكُونَۙ
“Onlar bir gemiye bindikleri zaman (fırtına korkusuyla), kendisine içten bir inanç ve bağlılıkla Allah’a yakarırlar; fakat onları sağ salim karaya çıkardığında bakarsın ki yine Allah’a ortak koşuyorlar”.(Ankebut, 65)
Her şeyden evvel Payıtaht’ımız İstanbul’daki kardeşlerimize geçmiş olsun. Rabbım görünür görünmez arazi ve semavi afat tan muhafaza buyursun!
Biraz evvel telefondan zelzelenin görüntülerine baktım. Aman Allah’ım insanların o andaki korku ve dehseti neydi. Niçin ve neden korkmuşlardı.
Tatlı canlarımıza bir zarar gelmesin. O anda hiç kimse mal ve mülk düşünme derdinde değildi.
Ne demisler ilk can sonra canan!
Kıymetli olan bu canı asıl kabirde, mahşerde ve sıratı geçerken azabı elimden korumak için ne yapmalıyım diye düşünenlerimiz cemiyetimizin yüzde kaçıdır?
Ölüm nerede ne zaman gelecek belli değil. Sonunda hepimizin gideceği yer kara toprak.
قُلْ إِنَّ الْمَوْتَ الَّذِي تَفِرُّونَ مِنْهُ فَإِنَّهُ مُلَاقِيكُمْ ثُمَّ تُرَدُّونَ إِلَى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
De ki: “Sizin kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm var ya, o mutlaka size ulaşacaktır. Sonra gaybı da, görünen âlemi de bilen Allah’a döndürüleceksiniz de, O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.” (Cuma 8)
O halde Rabbımız bize iyi haberler vermesi yine bizim elimizde, irademizi rızaı ilahi istikametinde kullanmak mecburiyetindeyiz. Eğer dünyada unutursak ibadet ve taatı ahiretde unutulanlardan oluruz.
وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى – قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَـن۪ٓي اَعْمٰى وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يراً –
قَالَ كَذٰلِكَ اَتَتْكَ اٰيَاتُنَا فَـنَس۪يتَهَاۚ وَكَذٰلِكَ الْيَوْمَ تُنْسٰى-
-Her kim de zikrimden yüz çevirirse ona dar bir maışet vardır ve onu Kıyamet günü kör olarak haşrederiz.
-O der ki:
“Ey rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Halbuki daha önce gören biriydim.”
-Allah buyurur: “İşte böyle! Sana âyetlerimiz geldiğinde onları unutmuştun, bu gün de aynı şekilde sen unutuluyorsun (Taha 124-125-126)
O halde!
فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا ل۪ي وَلَا تَكْفُرُونِ۟
“Artık siz beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, bana nankörlük etmeyin”!(Bakara, 152)
Kim dünyada Allahu teâlâyı anarsa( ibadet ve taat üzere, sağlam bir akide ile yaşarsa) Rabbımız kabirde, mahserde ve sıratda onun yardımcısı olir.Kuluna rahmetiyle muamele. eder. Deprem ve onun getireceği sıkıntı ve problemlerden tedbir yöntemleriyle tabiki korunacağız fakat ebedi hayat için aynı hassasıyeti göstermezsek asıl dert ve problemi orada yaşarız.
Hadis-i Şerif.
“Kendini hiç ölmeyecek zanneden kişinin çalışması gibi (dünya için) çalış, yarın öleceğini zanneden kişinin korkması gibi (günahlardan) kork. (Abdurrauf El-Münavi, Feyzül-Kadir, c, 2, s, 12. Mektebetül Ticariyyetül Kübra. Mısır. 1356, Kenzül Ummal, c, 3, s, 40, hn: 5379. Beyhaki, Askeri ve Ebu Nuaym’dan naklen.)
“Sizin hayırlınız dünyası için ahiretini, ahireti için dünyasını terk etmeyendir” hadisi benzer bir hadistir. (Kenzül Ummal, c, 3, s, 238, 6336).
Dünyada tedbir alırken ahiret ihmale gelmez..
Rabbım cümlemize iman selameti versin.
Cuma geceniz ve Cumanız hayırlı bereketli olsun..
Selam ve dua ile
Bregenz/Avusturya
Adnan Bayraktar
وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعاً وَلَا تَفَرَّقُواۖ
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın, parçalanıp ayrılmayın” (Al-i İmran 103)
Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki:
Bu âyet-i kerime, itikadda parçalanmamayı bildiriyor. (İtikadda, inanılacak bilgilerde parçalanmayın, nefsinize ve bozuk düşüncenize uyarak, doğru imandan ayrılmayın) demektir. İtikadda ayrılmak, parçalanmak elbette caiz değildir. Hadis-i şerifte, (Cemaatle birlikte olun! Allah’ın rızası, rahmeti, yardımı cemaatte, birliktedir. Cemaatten ayrılan Cehenneme düşer) buyuruldu. Eshab-ı kiram, günlük işleri açıklayan bilgilerde, birbirlerinden ayrılmışlardı; fakat itikad bilgilerinde hiç ayrılıkları yoktu. (Ümmetimin ayrılığı rahmettir) mealindeki hadis-i şerif, farklı ictihadın ve farklı fıkhi mezheplerin caiz olduğunu göstermektedir. (Hadika)
Seyyid Ahmed Tahtavi hazretleri de buyuruyor ki:
Kur’an-ı kerimde bildirilen Allah’ın ipi’nden maksat, cemaattir. Cemaat da, fıkıh ve ilim sahipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan sapıtır. Sivad-ı a’zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da, Resulullahın ve Hulefa-i raşidin’in yoludur. Bu yoldan ayrılanlar, Cehenneme gider. Fırka-i naciyye, bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu dört mezhep, Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli’dir. Bu zamanda, bu dört hak mezhepten birine uymayan, bid’at sahibi olup Cehenneme gider. (Dürr-ül muhtar haşiyesi)
Peygamber efendimizin yolu, Kur’an-ı kerim ile hadis-i şerifler ile ve müctehidlerin ictihadları ile gösterilen yoldur. Bu üç vesika ile bir de, İcma-ı ümmet vardır ki, Eshab-ı kiramın ve Tâbiinin sözbirliği olduğu, Redd-ül-Muhtar’da yazılıdır.
İmam-ı Rabbani hazretleri, Bir mezhebe tâbi olmayan mülhid olur buyuruyor. (Mebde ve Mead)
Yusuf Nebhani hazretleri, Şimdi her müslümanın, dört mezhepten birine uyması gerekir buyurduğu gibi, imam-ı Şarani, S.Ahmed Tahtavi hazretleri gibi birçok âlim de, aynı şeyi bildirmişlerdir.
Kur’an-ı kerimdeki; (Allah’ın ipine sarılın!) emri, (Fıkıh âlimlerinin, mezhep imamlarının bildirdiğine uyun!) demektir. [Tahtavi (Dürr-ül-muhtar) haşiyesi, zebayih kısmı]
İslam âlimleri yanlış bir şey üzerinde ittifakta bulunmazlar. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
“Ümmetim dalalet üzerinde birleşmez.” (İ.Ahmed)
Yolundan gitmek mecburiyetinde olduğumuz dört vesikaya Edille-i şeriyye denir. Bunların dışında kalan her şey bid’attir.
Ehl-i sünnet âlimleri de, fırkayı naciyenin; Ehl-i sünnet ve cemaat fırkası olduğunda icma meydana geldiğini bildirmişlerdir. Amelde ise, dört mezhebin hak olduğunda yine icma hâsıl olmuştur. İcma’ı inkâr edenlerin de kâfir olacağını bildirmişlerdir. (Redd-ül muhtar)
Selam ve dua ile
Bologna/ /İtalya
Adnan Bayraktar
Ehl-i sünnet itikadını ve farzları, haramları öğrenmek farzdır. Bunlar, fıkhı bilen alimlerden bizzat veya ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir. Fıkıh, âyet ve hadislerden çıkarılmıştır. (Hadika)
Hadis-şerif,
Fıkıh bilmeden ibadet eden, karanlık gecede eksik bina yapıp, düzeltmek için gündüz yıkana benzer.” (Deylemî)
لِيَنْفِرُوا كَٓافَّةًۜ فَلَوْلَا نَفَرَ مِنْ كُلِّ فِرْقَةٍ مِنْهُمْ طَٓائِفَةٌ لِيَتَفَقَّهُوا فِي الدّ۪ينِ وَلِيُنْذِرُوا قَوْمَهُمْ اِذَا رَجَعُٓوا اِلَيْهِمْ لَعَلَّهُمْ يَحْذَرُونَ۟
(Bununla beraber) mü’minlerin hepsinin (topyekûn) savaşa çıkmaları lâyık değildir. O halde (onların her sınıfından yalınız birer zümre savaşa gitmeli), kimi de — dîn ve şerîat ilimlerini iyice öğrenmeleri ve kavmleri (savaşdan) dönüp kendilerine geldikleri zaman onları Allah azâbıyle korkutmaları için — (gitmeyip kalmalıdırlar). Olur ki (bu suretle mü’minler aykırı hareketlerden) kaçınırlar.
(Tevbe, 122)
Bu ayetın tefsirinde çeşitli rivayetler olmakla beraber: dini öğrenmek üzere bütün müslümanların bizzat Hz. Peygamber’imiz aleyhisselamin yanına gelmeleri gerekmez; her topluluktan bir grubun gelip dinlerini öğrenmeleri ve sonra dönüp kendi topluluklarına onu anlatmaları yeterlidir (bk. Taberî, XI, 66-71; İbn Atıyye, III, 96-97; Râzî, XVI, 225-228; Ateş, IV, 154-157).
Dinin sağlıklı bir biçimde tebliği için maddî güç ve düşmana karşı ordu hazırlamak yeterli değildir. İslâmiyet’in hedeflediği medeniyete ilimsiz, irfansız ulaşılamaz. Bu itibarla müslümanların kendilerini aydınlatacak ve gerekli durumlarda uyaracak derin ilim sahibi kimseler yetiştirmek için üzerlerine düşeni yapmaları bir görevdir.
Aksi takdirde cahil bir zümre ortaya çıkar. Bugün bu cahil ve itikadı bozuk genclikten biz müslümanlar mesul.değiliz diyebiliyormuyuz.
Kur’an-ı Kerîm’de: “… O kavme ne oluyor ki (kendilerine söylenen) hiçbir sözü anlamaya (fıkhetmeye) yanaşmıyorlar?” (Nisâ, 78) ayetinde geçen “lâ yefkahûn” ince anlayış ve keskin idrak anlamına gelmektedir. Fıkıh alimlerinin sözlerini almak ve öğrenmek farzdır.
FIKIH NEDİR?
Bilmek, anlamak, bir şeyin bütününe vakıf olmak. Istılahta, bir kimsenin leh ve aleyhindeki hükümleri bilmesi demektir. Başka bir tarife göre fıkıh; kişinin ibadetlere, cezalara ve muamelelere ait şer’î hükümleri mufassal delilleriyle bilmesidir. Ayrıca, söz ve fiillerin amaçlarını kavrayacak şekilde keskin ve derin anlayış diye de tarif edilmiştir (Muhammed Maruf Devâlibî, İlmi Usûl-i Fıkıh, Beyrut 1965, 12; İbn Âbidin, Reddü’l-Muhtâr Ale’d-Dürri’l Muhtâr, İstanbul 1982, I, 34; İmam Burhaneddin, ez-Zernûci, Ta’limü’l Müteallim, İstanbul 1980, 27; M. Ebû Zehra, İslâm Hukuk Metodolojisi (Fıkıh Usulü), 13; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslâmiye ve Istılâhât-ı Fıkhıyye Kamûsu, İstanbul 1976, I, 13).
Allah Teâlâ (c.c.)’nın imtihan için beyan buyurduğu emir ve nehiylerin tamamına teklif denilir ve fıkhın konusu, insanın bu tekliflere muhatap olarak (mükellef) ortaya çıkan fiilidir. İnsanın lehindeki ve aleyhindeki bütün haklarını delillere dayanarak çıkarmak fukahanın görevidir.
Din hususunda Resulullah (s.a.s.)’dan başka kimseye ilmi bir delile dayanmadan dinde söz söyleme hakkı tanınmamıştır. İlmi bir delile dayanmadan kasıt edille-i şer’iyye, yani dört delildir. Bunlar, Kitap, Sünnet, icma ve kıyastır.
İmam-ı Mâlik hazretleri buyuruyor ki:
“Fıkıh öğrenmeyip, tasavvuf ile uğraşan, dinden çıkar, Zındık olur. Fıkıh öğrenip tasavvuftan haberi olmayan Bidat sahibi yani sapık olur. Her ikisini edinen, hakikate varır.”
Fıkıh iliminin ‘F’ si bilmeyen gençleri tasavvuf erbabı diye şartlandırırsanız, onlar istidraca düşerken keramet ehli olduklarını zannederler. Baktılar kendilerinde bir şey yok, başlarındaki idarecileri uçururlar. Şeyh uçmaz müridi uçurur noktası tamda budur.
Bir kimseye bağlanan ve inananlar, onu olduğundan daha üstün görürler. Onda olağanüstü değerler bulunduğuna inanır ve buna başkalarını da inandırmak isterler. İşte maalesef dini cemaatlerin bir kısmı bu durumdadır.
Bedreddin-i Serhendi hazretleri buyuruyor ki:
İmam-ı Rabbani hazretlerinden Buhari, Mişkat, Hidaye, Şerh-i Mevakıf kitaplarını okudum. Gençleri ilim öğrenmeye teşvik eder, Önce ilim, sonra tasavvuf buyururdu. Benim ilimden kaçındığımı, tasavvuftan zevk aldığımı görünce, hâlime merhamet ederek, (Kitap oku, ilim öğren, cahil sofu, şeytanın maskarası olur, rütbetül-ilmi aler rüteb yani, rütbelerin en üstünü, ilim rütbesidir) buyurdu.
Hadis-i Seriflerde,
“Allah, iyilik etmek istediği kulunu fakih yapar.” (Buhârî)
“Her şeyin dayandığı direk vardır. Dinin temel direği, fıkıh ilmidir.” (Beyheki)
Bir hadis-i şerifte de,
“Dini aklıyla ölçen kadar zararlı kimse yoktur” buyurulmaktadır. (Taberânî)
Fıkıh ilmi!
İnsanın dünya ve ahiret saadetine ulaşmasını amaçlar.
– İnsanın yaratıcısına, kendisine ve diğer insanlara karşı hak ve mesuliyetlerini öğretir.
– Adaletli, huzurlu ve istikrarlı bir cemiyet oluşmasını sağlar.
– İnsanlar arası ilişkileri yaratılışta eşitlik ve inançta kardeşlik esasına dayandırır.
– Bu ilim sayesinde insanlar, Allahu teâlâya karşı kulluk görevlerini ihlaslı bir şekilde yerine getirirler. İbadetlerini doğru ve eksiksiz yaparlar. Örneğin, namazın farzlarını, vaciplerini ve namazı bozan durumları fıkıh sayesinde öğrenirler.
Hülasa!
Fıkıh bilmeyen dünya ve ahiret hüsrandadır.
Selam ve dua ile
Carrara/ İtalya
Adnan Bayraktar
Alparslan Malazgirt ovasında cuma namazından sonra ellerini açarak şöyle dua etmişti.
Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor, azemetin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ey Rabbım! Niyetim halistir bana yardım et, sözlerimde hilaf varsa beni kahret!
Sultan Alparslan sonra askerlerine dönerek şöyle hitap eder:
Burada Allahü teâladan başka sultan yoktur, emir ve kader tamamıyla onun elindedir. Bu sebebe binaen, benimle beraber savaşmakta veya geri dönmekte tamamen hürsünüz.
‘Ey askerlerim! Eğer şehit olursam bu beyaz elbisem kefenim olsun. O zaman ruhum haz alacaktır. Melihşahı yerime tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız.
Mevlamın takdiri içimizdeki erenlerin dualarıyla fetih nasip olursa, İnşaAllah önümüzde çok hayırlı günler olacaktır.
Ey askerlerim kumandalarım! daha ne zamana kadar biz az düşman çok diye bekleyeceğiz. Düşmanı yenersek arzu ettiğimiz netice hasıl olacaktır. Yoksa şehit olarak cennete gidip Rabbımıza kavuşacagız. Beni isteyenler gelsin, geri gidecekler gitsin, kendilerine hiç bir cezai müeyyide uygulanmayacaktır.
Bugün burada ne emreden sultan ve de emir alan bir asker vardır. Bende sizler gibi bir neferım ve sizlerle birlikte savaşacagım.
İşte bu ruh bize 950 yıldır Anadolu yu vatan toprağı eylemiştir.
Kalb Allah derse, yürekte güzel olur, kelamda güzel olur, sonunda güzel olur.
Ecdadın güzel işlerinden ders almak başka, onların her şeyini mükemmel görmek bambaşka bir şeydir. İkinci kesim kendini de, kendi zamanını da asla inşa edemez.
Trento/ İtalya
Adnan Bayraktar
Şeriat ilahi nizamdır. Tasavvuf bu ilahi nizamı hakkıyla yaşama yoludur. Tarikat ve tasavvuf sizin daha iyi ibadet etmenize vesile olmuyor, haram ve helal dairesini en güzel şekilde ortaya koydurmuyorsa orada tasavvuf ve tarikatden bahsetmek abesle iştigaldir.
Tasavvuf,
Allahü teâlâyı, görür gibi ibadet etmektir. Hadis-i şerifde buyuruldu ki:
“Allahü teâlâyı görür gibi ibadet et! Sen Onu görmüyorsan da, O seni görüyor”. (Buhari)
Cüneyd-i Bağdadi:
Tasavvuf Hakkın sendeki seni öldürmesi ve kendisiyle yaşatmasıdır. Yani insanın nefsini yok etmesi ve yalnız Hakk’ın irade ve ihtiyarıyla hareket etmesidir.
Ma`ruf Kerhi de şöyle der: Tasavvuf, hakikatleri almak ve yaratılmışların elinde her ne varsa hepsinden ümidi kesmektir.
Yunus Emre’nin, (Şeriat, tarikat yoldur varana, hakikat, marifet andan içeru) sözü meseleyi ne kadar güzel anlatır.
Tasavvuf; kemale ermek için ruhu, ibadet, zikir ve fikir gibi şeylerle terbiye ettirip nefsi kalb hastalıklarından tezkiye etme yolunu gösteren ilimdir. Konusu, zikir, fikir, ahlak, riya, muhabbet, buğz, tevazu ve kibir, hırs, mürakabe, mücahede ve tevekkül gibi şeylerdir.
Fıkhı ve ilmihali bilmeden tasavvuf erbabı olduğununu zaneden cahillerden çekiyoruz ne çekiyorsak.
Fıkıh ilimini bilmeyen gençleri tasavvuf erbabı diye şartlandırırsanız, onlar sapıtarak keramet ehli olduklarını zannederler. Baktılar kendilerinde bir şey yok, başlarındaki idarecileri uçururlar. Şeyh uçmaz müridi uçurur noktası tamda budur.
Bir kimseye bağlanan ve inananlar, onu olduğundan daha üstün görürler. Onda olağanüstü değerler bulunduğuna inanır ve buna başkalarını da inandırmak isterler.
Bu ne tasavvuf nede tarikattır. Olsa olsa şeytanın maskaralığından baska bir şey değildir.
Selam ve dua ile
Adnan Bayraktar
Allah, kullarına zulüm etmez, haksızlık etmez. Onlar, kendilerini azaba, acılara sürükleyen bozuk düşünceleri, çirkin işleri ile kendilerine zulüm ve işkence ediyorlar” (Nahl, 33)
Allahü teâlânın feyzleri, nimetleri, ihsanları, yani iyilikleri, her an, insanların iyisine, kötüsüne, herkese gelmektedir. Herkese mal, evlat, rızk, hidayet, irşad ve selamet ve daha her iyiliği fark gözetmeksizin göndermektedir. Fark, bunları kabulde, alabilmekte ve bazılarını da almamak suretiyle, insanlardadır.
Nitekim güneş, hem çamaşır yıkayan adama, hem de çamaşırlara, aynı şekilde, parlamakta iken, adamın yüzünü yakıp karartır, çamaşırlarını ise beyazlatır.
Bunun gibi, elmaya ve bibere aynı şekilde parladığı halde, elmayı kızartınca tatlılaştırır. Biberi kızartınca acılaştırır. Tatlılık ve acılık hep güneşin ışıkları ile ise de, aralarındaki fark, güneşten değil, kendilerindendir.
Adnan Bayraktar
İş hususunda onlarla istişâre et ” (Al-ı İmrân, 15)
Hz. Peygamberimiz (s.a.s) istişâreye teşvik etmiş; kendisi de Bedir’de Ebû Sufyân’ın geldiğini haber alınca ne gibi tedbir alınacağı konusunda Ensar’la müşâvere etmiş; ayrıca Bedir esirleri konusunda, Uhud ve Hendek Gazvelerinde, Hudeybiye’de, Taif Seferinde, İfk hadisesinde, ezan konusunda olduğu gibi birçok mevzuda ashabıyla istişâre etmiştir. Hatta Ebû Hureyre, Rasûlullah’tan daha çok ashabıyla istişâre eden kimse görmediğini belirtmektedir.
Islâmi idare Ali İmrân 159. ayette belirtildiği üzere meşveret (istişâre) esası üzerine kurulmuştur (Abdülkerim Zeydan, el- Vecîz f; usûli’l fıkh, Bağdad 1405/1985, )
Bu özelliğiyle İslam idaresi bir şahsın diktatörlüğüne dayanan “otokrasi”den;
kendisinde ilâhî bir sıfat olduğu iddiasıyla ortaya çıkan kişinin idaresine dayanan “teokrasi”den; üstün azınlık sınıfının hâkimiyetine dayanan “oligarşi”den;
kişilerin heva ve heveslerine göre idare ettiği “demagoji”den ayrılır (İzzüddin et-Temîmî, eş-Şûrâ beyne’l-Esâle ve’l-Muâsıra, Amman 1405/1985, s. 27-28).
Meşveretin anlamı, ehline danışmaktır,
Allah’a güvenerek, sebebe yapışmaktır.
Adnan Bayraktar