“VUSÛLSÜZLÜK, USÛLSÜZLÜKTENDİR!”

Her zaman “ilim” vurgusu daha husûsî olarak da “usûl ilimleri” vurgusu yapıyoruz. Bu, lüzumsuz bir hassasiyet değildir. İlim ve usûl, dinî nassları/metinleri tutarlı bir şekilde anlayabilmek, yorumlayabilmek ve bunlara dayalı bir dünya görüşü ortaya koyabilmek için vazgeçilmezdir.

“Usûl”den ayrılmak ya da takip edilecek tutarlı bir “usûl” ortaya koyamamak, çok yüksek ihtimalle Kur’ân ve sünnetin yanlış anlaşılması ve değerlendirilmesi neticesini verecektir.

Bugün mezhep imamlarımız olarak yâd ettiğimiz âlimlerin en önemli özellikleri de Kur’ân ve hadislerin nasıl anlaşılmaları gerektiği noktasında birer “usûl” ortaya koymuş olmalarıdır.

Usûlü terk etmenin sebep olacağı yanlışlıkları göstermek açısından aşağıda bir sohbet metnine ait bazı fotoğraflar paylaştık.

Hemen belirtelim ki bu yazının amacı kimseyi karalamak, kimseye hakaret etmek, kimseyi küçük düşürmek, kimsenin hâtırasını zedelemek değildir. Böyle bir uyarı yapmamızın sebebi ise muhtemelen bazı kimselerin bize bu şekilde bir isnadda bulunacaklarını geçmiş tecrübemizden dolayı biliyor olmamızdır.

Bu yazının amacı kimsenin hatasız ve masum olmadığını, herkesin yanlışlar yapabileceğini, dolayısıyla kimseye olağanüstü güçler ve lâhûtî bilgiler atfetmenin doğru olmadığını göstermek ve bunun yanı sıra “usûl”ü terk etmenin sebep olacağı yanlışların boyutuna işaret etmektir. Zira çevremizde maalesef sevgi ve muhabbet beslediği ya da bağlı olduğu kişilere onlarda olmayan bazı özellikleri yükleyerek itidali muhafaza edemeyen ve ifrâta düşen kişi sayısı oldukça fazladır.

Metin, 03.03.2013 tarihinde merhum Arif Ahmet Denizolgun’un yapmış olduğu bir konuşmaya aittir. Konuşma metninde şu söz İmam Müslim’in Sahîh’i kaynak gösterilerek hadis diye nakledilmiştir:

إنَّ هذا العِلْمَ دينٌ فانْظُرُوا عمَّنْ تَأْخُذُونَ دِينَكُمْ

“Muhakkak şu ilim dîninizdir. Onu kimden aldığınıza dikkat edin.”

Konuşmanın devamında rivâyette kastedilen ilimlerin şer’î ilimler olduğundan bahsediliyor. Şer’î ilimler denince akla gelen ilim dalları ise tefsîr, hadîs, kelâm, fıkıh, ahlâk/tasavvuf gibi ilimlerdir.

Öncelikle belirtmemiz gerekmektedir ki “hadis usûlü ilmi” açısından bir rivâyetin kime ait olduğu, senedin kendisinde son bulduğu râvîye bakılarak tespit edilir. Aşağıdaki son fotoğrafta görüleceği üzere konuşma metninde kaynak olan gösterilen Sahîh-i Müslim’de ilgili hadisin senedi Muhammed b. Sîrîn’de sona ermektedir. Dolayısıyla konuşmada Hz. Peygamberimiz’e (s.a.s.) ait olduğu, yani hadis-i şerîf olduğu söylenen söz aslında Tâbîîn’in büyüklerinden Muhammed b. Sîrîn’e aittir. Hz. Peygamberimiz’e (s.a.s.) ait değildir.

O halde burada büyük bir yanlış söz konusudur. Zira hakikatte Hz. Peygamberimiz’e (s.a.s.) ait olmayan bir sözün ona nispet edilmesi herkesin bildiği üzere büyük bir hatadır, öyle ki kasten yapılması durumunda cehennem tehdidi vardır. Mezhep imamımız Ebû Hanife’nin (r.a.) de ifade ettiği üzere Hz. Peygamberimiz’in (s.a.s.) sözü ve bağlayıcılık değeri başka, Sahâbe’ninki (r.a.) başka, Tâbiîn’inki (r.a.) başkadır.

Elbette bir sözün Hz. Peygamberimiz’e (s.a.s.) ait olmadığı halde ona kasten nispet edilmesi ile bilmeyerek ya da yanlışlıkla nispet edilmesi aynı seviyede kabul edilemez. Fakat bulunduğu konum itibarı ile merhum Arif Ahmet Denizolgun’un bu büyüklükte bir hata yapması ya da sözün gerçek sahibini bilmiyor olması da küçük görülecek bir şey değildir.

Öte yandan kasten yaptığına asla ihtimal vermememize rağmen kendisi sürekli başka toplulukları ve başka kurum ve kuruluşlarda ilim öğrenmeye çalışanları ya da diyanet gibi devlet kurumlarını küçümseyen ifadeler kullanırken merhum Arif Ahmet Denizolgun’un bu şekilde bir hataya imza atması da kabul edilemez bir durumdur.

Bu yazıyı yazmamıza sebep olan sâik ise geçtiğimiz günlerde konuştuğumuz bir arkadaşımızın merhum Arif Ahmet Denizolgun’un hata yapmayacağını, onun mükemmel bir ilme sahip olduğunu, bütün ilimleri en üst seviyede bildiğini vs. ihtivâ eden cümleler sarf etmesi, bizim de buna itiraz etmemiz, doğal ve kaçınılmaz olarak akabinde de sapık ve yoldan çıkmış olmakla suçlanmamızdır.

Öte yandan Muhammed b. Sîrîn’in bu sözüyle kastettiği ilimler, konuşmada bahsedildiği gibi şer’î ilimler değildir. O, bu sözüyle hadisleri aldığınız kişilerin, yani size aktaran râvîlerin durumlarına ve güvenilir olup olmadıklarına dikkat ediniz demektedir. Zira onun vefat ettiği tarih olan h. 110 senesinde henüz bahsi geçen ilimler birer ilim dalı olarak teşekkül etmemişlerdi. Mesela fıkıh ilminin vâzı’ı olarak kabul edilen İmam Ebû Hanîfe (r.a.) h. 150 senesinde vefat etmiştir. O halde İbn Sîrîn’in bu sözüyle henüz kendi döneminde teşekkül etmemiş ilimleri kastetmiş olması imkansızdır. Dolayısıyla sözün isnadında yanlışlık bulunduğu gibi sözün yorumunda da yanlışlık bulunmaktadır.

Benzer şekilde konuşma metninde de görüldüğü üzere takvim yapraklarında bulunan hadisler içerisinde ne yazık ki hadis alanında ihtisâs sahibi insan yetiştiril(e)memesinden kaynaklı çok sayıda sahih olmayan/şiddetli zayıf hadisler bulunmaktadır.

Münferit bir hatayı neden bu kadar büyüttüğümüz sorulabilir. Fakat ne yazık ki hata münferit değildir ve diğer konuşma metinlerinde de benzer büyüklükte hatalar çokça bulunmaktadır.

Derdimiz kesinlikle bütün bunların ortaya dökülmesi vs. değildir. Derdimiz kimseye hatasızlık, yanılmazlık, masumluk, her şeyi ve her ilmi bilirlik gibi niteliklerin isnad edilmemesi ve bununla ehl-i sünnet çizgisinden uzaklaşılmamasıdır.

Bağlı kalınması gereken şey şahıslar değil, ilkeler ve prensipler yani “usûl”dür…

Ve’s-selâm…

Tunahan Erdoğan