CEMÂATİN BUGÜNKÜ YAPISINDAN “ÂLİM” ÇIKAR MI?

Başlangıçtan beri cemâatin en temel iddialarından birisi “hoca/âlim” yetiştirme iddiasıdır. Cemâati yakından tanıyan herkesin çok iyi bildiği bu hususun hangi oranda gerçekleştirilebildiği ise tartışmalıdır. Bu soruya verilecek cevap da aslında “âlim/hoca”dan ne kast edildiği ile doğrudan ilgilidir.

Eğer “âlim/hoca” ile kastedilen, cemâatin yurtlarında temel dînî bilgileri çocuklara öğretecek ve müfredâttaki ders kitaplarını okutabilecek kadar bilgili personel yetiştirmek ise bu hedefin büyük oranda gerçekleştirildiğini söylemek mümkündür.

Fakat “âlim/hoca” yetiştirmek ile kastedilen, Temel İslâm Bilimleri (tefsîr, hadîs, kelâm, fıkıh, tasavvuf, mezhepler tarihi vb.) alanında ihtisâs sahibi insan yetiştirmek ise bu şekilde bir hedefin gerçekleştirilebildiğini söylemek mümkün değildir. Zira cemâatin bir asra yakın geçmişinde bahsi geçen alanlarda yetişmiş ve ümmete mal olmuş tek bir isim göstermek mümkün değildir.

Esâsen cemâatin şu anda ve yakın geçmişte böyle bir gâyeye sahip olduğunu söylemek de mümkün değildir. Çünkü mevcut program ve uygulanışı, bu şekilde bir gâyeye sahip olunmadığını açık bir şekilde göstermektedir.

Oysa cemâatin kurucusu Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin “Neden kitap yazmadınız?” sorusuna cevâben söylediği şu sözleri, kuruluş aşamasında bu şekilde bir gâyenin varlığını ispatlamaktadır:

“Selefin mum ışığında yazdığı paha biçilmez hazine misali eserlerin toprağa gömülerek çürüdüğünü, bakkallara satılarak çöplüklerde çiğnendiğini, bir kısmının da kütüphane raflarında tozlanmış ve çürümeye terk edilmiş olduğunu gördüm. Medreseleri kapanmış, yazısı değiştirilmiş, din ilimleri yok olmaya yüz tutmuş olan bir zamanda, kitap yazmaktansa, yazılan ilmî eserleri anlayarak anlatacak ve ilmi satırdan sadra intikal ettirip yaşatacak talebe, yani canlı kitap yetiştirmeyi daha lüzumlu buldum.”

Buna göre o, o günkü şartlar içerisinde kitap yazmaktansa geçmişte âlimler tarafından yazılan eserleri okuyup anlatacak “âlim/hoca” yetiştirmeyi daha zarûrî ve hayâtî görmüştür.

Bu sözler, kitap yazılmaması gerektiği anlamını da içermemektedir. Tam tersine ilmî eserleri okuyup okutacak ve onların üzerine bir şeyler ekleyecek nesil yetiştirme ihtiyaç ve hasretini ifade etmektedir.

Nasıl olduysa onun ortaya koyduğu bu ulvî gâye, zaman içerisinde yalnızca yurda personel olabilecek kadar ilim seviyesine sahip insan yetiştirmeye indirgenmiştir. Tabiri caizse kemmiyyet/sayısal çokluk, keyfiyyetin/vasıflı ve liyâkatli olmanın önüne geçirilmiştir.

Bunun sebepleri ve sonuçları üzerinde söylenecek çok söz olmasına rağmen şimdilik -çoğu yanlış işlerde olduğu gibi- bunun da arkasında yatan en büyük âmilin, idâreci konumunda bulunanların yanlış uygulamaları olduğunu söyleyebiliriz. Şöyle ki ilim ve ders okutmak ile meşgul olan hocaların tamamı, bulundukları bölgenin idarecisinin tasarrufu altındadır. Yanlış bile olsa onun emir ve direktiflerinin dışına çıkamamaktadırlar. En küçük bir itiraz ya da tenkitleri, hocaların şiddetli ve diğerlerine ders olacak şekilde cezalandırılmalarına sebep olmaktadır.

Sayıca zaten çok az olan ilme, okumaya, araştırmaya, incelemeye, kitaplara vs. düşkün hocalar inşâatlara ve pasif görevlere verilmektedir. Âdetâ gizli bir el, cemâatte zaten cılız ve bireysel gayretlere bağlı olan ilim merakını ve meraklılarını cezalandırmaktadır. Daha da kötüsü, bu şekilde bir merak ve çaba “hizmet” olarak değerlendirilmemektedir.

Dahası mevcut müfredât bugünün şartlarında “âlim/hoca” yetiştirmek için yeterli değildir. Çünkü tefsir ve hadis gibi dinin en önemli iki kaynağına ait metinlere yönelik dersler müfredâtta yer almamaktadır. Celâleyn ve Beydâvî tefsîrleri gibi hacim bakımından oldukça küçük tefsîr eserlerini ya da Buhârî ve Müslim gibi en sahih kabul edilen iki hadis kitabını okuyan hoca sayısı parmakla gösterilecek kadar azdır.

Aynı şekilde bu iki ilmin usûlüne (ulûmü’l-Kur’ân, tefsîr usûlü, ulûmü’l-hadîs, hadis usûlü) ait kitaplar da müfredâtta bulunmamaktadır. İlimlerin târihine ve tarihsel gelişimlerine yönelik herhangi bir ders de okutulmamaktadır. Hâlbuki bunlar olmadan istenen ilmî seviyenin elde edilmesi mümkün değildir.

Kaldı ki günümüz şartlarında klasiklerin yanı sıra din bilimlerine yönelik modern bilim dallarının da bilinmesi ve öğretilmesi gerekmektedir.

Netice itibarı ile bugünkü müfredât ve şartlar içerisinde ümmetin ihtiyaç duyduğu seviyede “âlim/hoca” yetiştirilmesi mümkün değildir.

Bugüne kadar yapılan iyi ve güzel işleri takdir etmenin yanı sıra bütün bunlar, yanlışları görmemize ve bunları tenkit edip îkâz ve ıslâh etmeye çalışmamıza engel olmamalıdır. Zira emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker vazifesi bunu gerektirir.

“Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın!” (N.F.K.)

“(Resûlüm!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.”

Zümer, 9. Ayet-i Kerime

Tunahan Erdoğan

CEMÂATİN BUGÜNKÜ YAPISINDAN “ÂLİM” ÇIKAR MI? SUALİ ÜZERİNE BİR MÜTALAA

Tunahan Erdoğan Hocam geçen günkü yazısında “Cemaatin bugünkü yapısından alim çıkar mı?” diye sormuştu.
Hal-i hazırda takip edilen program ve müfredatla “Evet, bu program ve müfredattan alim çıkmaz” diyebiliriz.
Ancak; bu hiç çıkmayacağı anlamına da gelmez. Hoca Nasreddin merhumun da dediği gibi, Un var, Yağ var, Şeker de var, o halde niye “Helva” yapılmasın, niye “Alim”ler çıkarılamasın?
Cemaatin bugünkü yapısına baktığımızda “Alim” çıkarabilmek için hakikaten de çok geniş imkanlar mevcut.
“Eleman” mı diyorsunuz, mevcut; “mekan” mı diyorsunuz, mevcut; “imkan” mı diyorsunuz, mevcut….
O halde geriye bu imkanları terkip ederek “Helva” yapmak kalıyor.
Bu yazıda acizane sizlere kendi “helva” tarifimi sunmak istiyorum. İstiyorum ki; bu sayfayı sessiz sedasız takip eden Cemaatin alt, orta, üst kademedeki gönül vermişlerine bir fikir olur ve eldeki bunca imkanlarla geç de olsa bir “Helva” yapma girişiminde bulunurlar.
Tabiki de kendilerinden yazdığım bu fikirlerin aynen tatbikini beklemiyorum, ancak yılda bir iki kez bir araya gelen “İrşadi Komisyon” toplantılarında bir başlık, Talebeler arasında yapılan “Proje Yarışmaları” kapsamında bir yarışmanın konusu “Nasıl alim yetiştirebiliriz?” “Nasıl bir Tekamül?” olur da bunu dert edinenler tarafından çok daha güzel fikirler ortaya çıkar ve uygulanma imkanı doğar.
1- Öncelikle İbtidai, İhzari, Tekamül Altı ve Tekamül müfredatı baştan sona gözden geçirilmelidir. Bugün “Arapça okutuyoruz” diye övünülen kitapların çoğu (Emsile, Bina, Maksut, Avamil, İzhar, Kafiye, Molla Cami…) Gramer kitaplarıdır. Tekamül altı seviyesine gelen bir talebeye “Molla Cami” gibi halen Gramer kitabı okutmak zaman kaybıdır. Bu seviyeye gelen bir talebenin “Gramer” diye bir derdi olmaması lazımdır. Üstelik “Molla Cami” kitabı “Kafiye” kitabının şerhi niteliğindedir, aynı kitabı 2 defa okutmak vakti israf etmek demektir.
Bu maddeye “Bu müfredat Efendi Hazretlerinin müfredatıdır, değiştirilemez” diye itirazlar gelebilir. Ancak yaşadığımız devir Efendi hazretlerinin yaşadığı devir ile bir değildir. O dönemin şartları, sıkıntıları ile bu dönemin şartları, sıkıntıları bir değildir. Ezmanın değişmesi ile ahkam da değişmiştir, değişmesi gerekir.
2- “Kur’an hizmetini en güzel yapan Cemaat” olmakla övünmek güzel şey, ancak Kur’an hizmetinden anlaşılan şey nedir? Kur’an-ı Kerim’i öğretmekse tamam, doğrudur. Ancak bugün baktığımızda Tekamül bitiren bir talebe onca yıllık talebelik hayatına rağmen, bırakın bir tefsir kitabını, Kur’an-ı Kerim’in mealini baştan sona okumamış ise takkeyi öne alıp düşünmek gerekir. (Bu cümlenin sağlamasını yapmak için tanıdığınız Hocaefendilere “Kur’an-ı Kerimin mealini baştan sona okudunuz mu hiç Hocam?” diye sorun bakalım cevap ne olacak.
Bu sebepten, talebelere Emsile, Bina vs. kitaplardan önce evvela Kur’an-ı Kerimin meali ehil hocaefendiler tarafından kısa bir tefsirle izah edilerek okutturulmalıdır.
3- Yine aynı şekilde en az bir Sahih Hadis eseri müfredata dahil edilerek baştan sona okutulmalı, Sünnet’in dindeki yeri, günümüzdeki Hadis üzerine olan tartışmalar anlatılmalıdır.
Şu husus iyi bilinmelidir ki, yetiştirilen talebeler sosyal hayatta “Arapça Gramer” konularından daha çok Kur’an, Tefsir, Hadis, Mezhep, Deizm, Ateizm vs. gibi hususlarla karşılaşmaktadırlar. Gramer eğitimi, evet “Mühim” dir, ancak “Ehemm” değildir. “Ehemm/Mühim sıralamasına göre müfredata çekidüzen verilmelidir.

4- Bugün yine ağzımızdan düşmeyen bir husus “Mezhepler” konusudur. Önümüze çıkana “Mezhepsiz, Vahhabi…” diye yaftalar atmakta çok cömertiz. Cömertiz cömert olmasına da aceba biz ne kadar mezheplerden haberdarız? Eğitim öğretim müfredatımızda Mezhepler, ortaya çıkış süreci, birbiriyle benzerlik ve farklılıkları, bir mezhebe tabi olmanın gerekliliği vs. hakkında neler var? El-Cevap: Sıbyan seviyesinde talim ettirdiğimiz İlmihal’in “Soru-Cevap” kısmındaki bilgilerden fazlası yok. Bu sebepten müfredata bu hususla alakalı eser/dersler de eklenmelidir.
5- Tunahan Hocamın yazısında bahsettiği Hz. Üstazımızın ifadesinde geçen “Selefin mum ışığında yazdığı paha biçilmez hazine misali eserler” sözü çok önemlidir. Tunahan Hocamın da dediği gibi Efendi hazretleri burada “ilmî eserleri okuyup okutacak ve onların üzerine bir şeyler ekleyecek nesil yetiştirme ihtiyaç ve hasretini” ifade etmiştir. Bu aynı zamanda talebelerine bir işaret ve vazifedir. “Evlatlarım, bakın kütüphane raflarında bizden önceki alimlerin yazdığı çok kıymetli eserler vardır, onları ihmal etmeyin” hükmündedir.
Burada sözü “Çamlıca Basım Yayın” a getirmek istiyorum. Bünyesinde yapılan hizmetleri takdir etmemek mümkün değil. Ancak Cemaate ait bu müessesenin “Dini” eserlerden çok “Tarihi” eserlere ağırlık vermesi anlaşılabilir bir durum değildir. Amiyane bir tabir olacak belki ama affınıza sığınarak sorayım; “Çamlıca Kitap’ın bastığı -Osmanlı Saray Düğünleri ve Şenlikleri, Göynük Şer’iye Defteri, 103 Numaralı Mühimme Defteri veya Türkiye-Ukrayna İlişkileri adlı kitaplar günümüz müslümanlarının hangi derdine deva olacaktır? Bu cümleden kesinlikle bu eserlerin basılmasına itiraz ettiğimiz anlaşılmasın, Evet, bu eserlerin basımı da “mühim”dir, ama “EHEMM” değildir.

Zaten (camlicakitap.com) sitesine girdiğinizde de yayınevinin ehemm/mühim sıralamasını görürsünüz. Üst taraftaki “Kitap” başlığına tıkladığınızda altında sırasıyla (1-Tarih, 2-Edebiyat, 3-Eğitim, 4-Arapça Eserler, 5-Dini Kitaplar, 6-Kur’an-ı Kerim, 7,8,9…) alt başlıkları bulunmakta. Sıralamada görüleceği üzere yayınevindekiler için “Tarih”; Kur’an-ı Kerim’den, Arapça eserlerden ve Dini Kitaplardan daha öncelikli bir konuma sahip. Böyle mi olması gerekirdi? Vicdan sahiplerine havale ediyorum bu hususu.

Peki neler yapılabilir? Çamlıca Basım ve Yayın müessesesi nasıl dini yayınlar konusunda etkin hale getirilebilir?

Açıklayalım;

Hal-i hazırda Tekamül okuyan yüzlerce Talebe mevcut. Ve yine Efendi hazretlerinin de ifade ettiği üzere “Yazma Eserler Kurumu” bünyesinde Selefin mum ışığında yazdığı “Dini ilimlerle” alakalı paha biçilmez hazine misali binlerce eser mevcut. Tekamül seviyesine gelen bir talebe bir yazma eseri rahatlıkla tercüme ve transkript edecek niteliktedir. 8 aylık Tekamül eğitiminin başında komisyon tarafından tespit edilecek Yazma Eserler hacimlerine ve konularına göre tek tek veya gruplara dağıtılarak tercüme ve telifleri yapılsa ve Çamlıca Basım Yayın tarafından da basılarak Ümmet-i Muhammedin hizmetine sunulsa başta Allah ve Rasulü, sonrasında Hz. Üstaz memnun olmaz mı?

Un var, Yağ var, Şeker var, Niye “Helva” yapmayalım?

6- Son olarak da sözü fazla uzatmadan şöyle bir düşünceden/projeden bahsetmek istiyorum;

Cemaat bünyesinde binlerce Yurt binası mevcut. Bu binalardan bir tanesi “Tunahan İslami İlimler Akademisi” şeklinde bir Akademiye çevrilse, ve her katı bir İlim dalına tahsis edilse (1. Kat Kur’an-ı Kerim ve Tefsir, 2. Kat Hadis, 3. Kat Kelam, 4. Kat Tasavvuf, 5. Kat Fıkıh, 6. Kat Mezhepler… vs) ve her kat ilgili olduğu alanla ilgili eserlerle donatılsa, Tekamül bitirenler arasında sınav yapılarak burada mütehassıs Hocaefendiler çalışmalar yapsa, ve yetiştirilse, günün belirli saatlerinde her katta alanıyla ilgili halka açık sohbetler yapılsa… Çok güzel olmaz mı? Olmasına mani bir şey var mıdır?

Yazarken bile çok heyecanlandım, gerisini getiremeyeceğim. Umarım siz de okurken heyecanlanmışsınızdır. Hayali bu şekilde heyecan veriyorsa gerçeği nasıl olur varın siz düşünün.

Ümit ediyorum ki halis niyetle burada yazılanlar cemaat bünyesinde ma’kes bulur ve bu yönde çalışmalar yapılır, bu sayede de Cemaat, ümmet nezdinde sahip olduğu o eski itibarını tekrar tesis eder.

Selam ve Dua ile…

Abdülhalim Selim