CUMHURİYET TÜRKİYE’SİNDE DİL MESELESİ ASLEN DİN MESELESİDİR

“Dil Bayramı kutlanacak” başlıklı haberi görünce, içimden “Dil devriminin güçlenmesine, gelişmesine katkıda bulunmak ve…” şeklinde başlayan malum nakaratın tekrarlanma vaktinin geldiğine hükmettim.

Bu nakarat önemlidir, zira devlet baskısıyla bir gecede değiştirilen dilimiz, bu ifade tarzıyla doğrudan Sol-Kemalizmin kurtuluş retoriğine eklemlenir; İngiliz’i, Fransız’ı, Yunan’ı yurdumuzdan kovmanın gerekçesi, dili zorla değiştirmenin gerekçesiyle eşitlenerek, “dilimiz de işgal altındaydı, yurdu işgalden nasıl kurtardıysak, onu da işgalden kurtardık” demeye getirilir.

Yaklaşık yüz yıldır tekrarlanagelen bu resmi ideolojik telkini artık kimsenin yutmadığı aşikardır; kabile diline sıkıştırılarak felsefedeki (düşüncedeki), ilimdeki ve bilimdeki iddiasına son verilen Türkçenin, aynı yollarla Batı dillerinin işgaline maruz kılındığı malumdur; ayrıca dilin hem yaşayan bir varlık olduğu, hem de bir gecede zorla değiştirilmesini birlikte savunmanın aklen mümkün olmadığı bugün beş yaşındaki bebelerce bile bilindiği bir hakikattir.

Öte yandan, Cumhuriyet Türkiye’sinde dil meselesinin gerçekte bir din meselesi olduğu işin uzmanları tarafından bir değil bin defa ispat edilmiştir. Din dilini unutturmak kastıyla elifba’dan alfabe’ye geçildiği, tilcik üretimine ilkin dini terimlerden başlanmasından, Ezan’a tasalluttan da zaten bellidir.

Yine de, “Tarih, canımız istediğinde durdurup inebileceğimiz bir otobüs değildir” hükmünce, “Geçmiş geçmiştir, biz geleceğe bakalım, dilimize Yunus Emre – Şeyh Galib hattındaki gücünü yeniden kazandırmaya çalışalım” dememiz, bu meselede en doğru, en isabetli yönelim olsa gerektir diye düşünmekteyiz.

Diğer bir söyleyişle, kendi dilimizi bir meydan muharebesi içinde yaşamanın ve yaşatmanın saçmalığında boğulmamak için onu yaşayan varlık olarak kendi esasına ve şartlarına tabi kılmanın daha doğru olacağına inanıyoruz.

Fakat o da ne? Biz böyle düşünüyor ve inanıyorken birkaç dili-kırık, dil meselesini kendilerine maske edinerek, kabile dilinin kelimelerini zırh, mızrak ve gürz olarak kuşanıp, şiddetli bir muharebe aşk ve arzusuyla şehrin siyaset meydanına inivermişler.

Yukarıda başlığını zikrettiğim haberin detayından görüyoruz bunu:

Bir dernek ile başkanı CHP’li bir ilçe belediyesi, tencere kapak hikayesine uygun olarak, bir meydan muharebesine birlikte kutlayacaklarmış dili zorla değiştirme bayramını.

Yazımı, haber metnini yorumlayarak südürmek isterdim ama, bir CHP belediyesinin himayesindeki malum derneğin buram buram siyaset kokan yazılı açıklaması öyle tahrikkâr ki, okurlarım bunu oradan bizzat –çelişkileriyle birlikte– görsünler diye, bir kısmını nakletmeyi daha uygun buldum.

Kemalizm güzellemesiyle ve 12 Eylül kıyımına ağıtla (ki biz, çok iyi biliriz bu dili-kırıkların iflah olmaz bir darbe heveslisi olduklarını) başlayan açıklama şöyle sürüyor:

“Dil Devrimi engellenememiştir; bugün dilimize devrimle kazandırılan yüzlerce sözcük devrim karşıtlarınca da kullanılmaktadır. Demek ki dilde devrim başarılı olmuştur. Günümüzde Türkçenin eğitim ve öğretimini belirleyecek tüm kural ve kurumlarda, Türkçenin gücüne ve olanaklarına güvenmeyen; bilimsel verileri ve bilimcileri dışlayan uygulamalar sürmektedir. Ne yazık ki inancı baskın kılan anlayıştan en ağır biçimde etkilenen alan eğitimdir; öncelikle ortak iletişim aracımız Türkçemizdir. İşte böyle bir ortamda…” bayram edilip eğlenilecektir.

Durun, daha tam saçılmadı dernek açıklamasındaki siyasi inciler:

“Dil Bayramı töreninde Kurtuluş Savaşı kahramanı ve Lozan Barış Antlaşmasının öncüsü İsmet İnönü’ye saygımızla İnönü Vakfı’na; cumhuriyetçi gençlerin yolunu açan Türkân Saylan’ın ulusa armağanı Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Merkezine, (…) ailesine, kendisine yöneltilen çirkin sataşmalara karşın barışçıl bir dil kullanan üyemiz İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na onur ödülleri sunulacaktır…”

Bu ne yaman çelişkidir! Dün Gezi Eşkıya Kalkışmasında tavan yapan edepsizlikle, devletin Başbakanı’na ve muazzez ailesine küfretmek için birbirleriyle yarışanlar, devletin valisine “it” diyen Ekrem’e barışçı dil kullandığı yakıştırmasıyla ödül verebiliyor, hem de hiç utanmadan ve sıkılmadan!

Hal böyle olunca, birileri daha çıkıp, Ekrem büyük dilcidir; Divanü Lûgati’t-Türk’ü, “Türkçe Sözlük Kurunu” adıyla yeniden yazmıştır derlerse asla şaşırmam.

Zira dil mevzusunun çivisi, Sol-Kemalistler tarafından siyasi muharebe kastıyla, yeniden çakılamayacak şekilde yerinden çıkartılmıştır.

Ömer Lekesiz

DİYANET VE DİNÎ TERMİNOLOJİ

Harf inkılâbının tarihimize ve medeniyetimize verdiği zararın bir o kadarını da dinimize verdiğini söylemek için mütehassıs olmaya herhalde gerek yok. Bunu rahatlıkla ifade etmek mümkün.. İsmet İnönü’nün, harf inkılâbıyla ilgili itirafı zaten bu hususta fazla söze gerek bırakmayacak netliktedir. Bakınız harf inkılâbının asıl gayesi neymiş:
“Harf devriminin temel gayelerinden biri yeni nesillere geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslam dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı. Yeni nesiller eski yazıyı öğrenemeyecekler, yeni yazı ile çıkan eserleri de biz denetleyecektik. Din eserleri eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı.” (İsmet İnönü Hatıralar, Cilt 2, sh. 223)
Niyet apaçık ortada… Merdi kıpti şecaat arz ederken sirkatin söylermiş. Dünyanın en zengin tarihi, kültürel ve dini arşivi tek bir hamleyle anlamsız hale getirildi. Nice profesörler bir gecede “cahil” oluverdi. Bugün dedesinin mezar taşını dahi okuyamayan nesiller ortaya çıktıysa maksat bir anlamda hâsıl olmuş demektir. Konu uzun yara derin.. Uzatmayalım buradan Diyanet bahsine gelmek istiyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluşundaki asıl gaye İslam’a hizmet değil, “TC tipi Müslüman” yetiştirmektir. (TC tipi müslümanlık bahsine bilâhare değiniriz.) Kurumun ilk reisi Rıfat Börekçi’nin şapka inkılâbında M. Kemal ile üstü açık arabada başında fötr şapkayla dolaştırılması, Diyanet’in hangi amaca matuf kurulduğunun işaretini vermekdedir. Buna rağmen zamanla kurumun başına hamiyetli ve samimi Müslümanlar gelmiş, kurumun hayırlı işlere imza atmasını temin etmeye çalışmışlardır. Allah onlardan razı olsun. Fakat ilk düğme yanlış iliklenince sonrakilerin de yanlış olması kaçınılmaz oluyor.
Diyanet bahsinde birçok sorunlar dile getirilebilir. Ancak bendenizin dikkatini çeken mühim bir hususu dile getirmem lazım.
İster hutbelerde olsun, ister vaazlarda, ister diğer konuşmalarda tercih edilen dil ve terminolojinin halkımızın alıştığı kadim din terimlerinden farklılıklar içermesidir. Dilerseniz derdimi örnek vererek anlatayım.
Mesela: Rasülullah Efendimiz (sav) ‘den ekseriyetle “Kutlu Nebi” diye söz ediliyor. Yüzlerce yıldır milletimizin diline “Rasülullah Efendimiz, Peygamber Efendimiz, Fahri Kâinat Efendimiz…” gibi birçok güzel ifadeler yerleşmişken “Kutlu Nebi” de nerden çıktı? Aynı şekilde “Kutlu Doğum Haftası” da yavan bir ifadeydi. Neyse ki, geçtiğimiz yıllarda bu düzeltildi. Meselâ Kur’anı Kerim yerine genellikle “Kerim Kitabımız” deniyor. Hâlbuki bizim kitabımızın adı Kur’an’dır. Kur’anı Kerim’dir. Buna benzer ifadeler belki sizin de dikkatinizi çekmiştir. Bilemiyorum.
Şimdi zaten Müslümanlar arasında yeteri kadar farklılıklar var, bir de terminolojide yeni farklılıklar icat edilmemelidir. Din bahsinde kutlu nebi, kutlu doğum gibi ifadeleri kusura bakmayın, şahsen yadırgatıcı ve yavan buluyorum. Daha geleneksel ve kadim Türkçe tercih edilmelidir. Diyanet’ten, bu konularda herkesten çok daha hassas olmasını beklemek hakkımızdır.

Faruk Türk